Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanlığı

Gündemdeki Gelişmeler Hakkında Basın Açıklaması Gündemdeki Gelişmeler Hakkında Basın Açıklaması

29 Haz 2021

Ekranları Başında Bizleri Takip Eden Saygıdeğer Vatandaşlarımız,

Çok Değerli Basın Mensupları,

Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,

Maalesef neredeyse her gün polis şiddetine dair bir görüntüyle karşılaşıyoruz. Siyasal şiddeti öven siyasetçilerin teşvikiyle ve elbette cezasızlık politikasının desteğiyle kolluk kuvvetlerinin orantısız güç kullanımı sıradanlaşmıştır.

Kolluk kuvvetleri vatandaşın huzur ve güvenliğini sağlamakla görevliyken vatandaşına küfreden, olur olmaz yakalama ve gözaltı işlemleri yapan bir hale gelmiştir.

Daha iki gün önce “çocuklar uyuyor” diye kolluğa seslenen bir vatandaşımız, evinden gözaltına alınmıştır. Bir gazetecinin boğazına bastırarak gözaltı işlemi yapılmış, yine bir kafede oturan vatandaşımız keyfi şekilde gözaltına alınmıştır. Bunlar akıl alır şeyler değildir. Kolluk açıkça yetkisini kötüye kullanmakta, vatandaşlarımızın temel haklarını ihlal etmekte ve açıkça suç işlemektedir.



Kolluk bu pervasız ve hukuk dışı davranışları için kime ve neye güvenmekte hepimizin malumu.

Bu konuda mecliste İçişleri Bakanı’nın cevaplaması için soru önergesi de verdim. Ancak İçişleri Bakanlığı’ndan kolluk güçlerine zorba diyenleri kınadıklarına dair açıklama geldi. Bu pervasızlık akıl alır gibi değil!

Zorbalık yapana elbette zorba diyeceğiz!

Cumhurbaşkanı da ülkede zorbalık yapıyor, İçişleri Bakanı da.

Kolluk içinde bir kısım suça meraklı olanlar da amirlerini örnek alıyor.

İktidarın görevi temel bir hakkını kullanan vatandaşların can güvenliğini sağlamak ve bu hakkın kullanılmasını garanti altına almaktır. Bir hukuk devletinde herkes hukuka uymak zorundadır.

Hele hele üzerinde devletin üniforması olan ve belinde de devletin silahı olanlar hukuka uymak konusunda azami ölçüde dikkat göstermek zorundadır.

Uzun zamandır görülmektedir ki, polislerin karıştığı şiddet olayları bireysel suçlar olmanın ötesinde iktidarın politikası haline gelmiştir. Devleti yönetenler kendilerine itiraz eden herkesi düşman olarak görmekte, bu sebeple de şiddet uygulamayı adeta hak olarak teşvik etmektedirler.

İşkenceye sıfır tolerans iddiası ile yola çıkanlar bugün işkence ve kötü muamelenin hamisi olmuşlardır.

Kolluk güçlerine başta insan hakları olmak üzere hukukun çeşitli alanlarında eğitim vermenin vatandaşın huzur ve refahını arttırmak için devletin bir yükümlülüğü olduğunu hatırlatırım.

Tabi insan hakları ve demokrasi eğitimine ilk önce Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanı ile başlanmalıdır.

Çünkü Bahçeli ve Perinçek’in alkışlarıyla hukuk devletine çöken Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanı’dır. Onların yetişemedikleri yerlere de mafya çökmektedir. Dolayısıyla ülkemizdeki mafya düzeninin yegane sorumluları başta Cumhurbaşkanı olarak üzere bu ittifaktır.

Ve devletin diğer bir yükümlülüğü de hesap vermek ve hesap sormaktır. Basına yansıyan görüntülerde bir polis memurundan çok sokak kabadayısını andıran kolluk görevlileri derhal açığa alınmalı, haklarında etkin soruşturma yapılmalı ve işledikleri suçlardan dolayı yargılanarak cezalandırılmalıdır.

Sokak kabadayılığına ve mafyavari yöntemlere derhal son verilmelidir!

Elbette hukuk içinde görevini yapan, huzurumuzu ve güvenliğimizi temin eden saygın güvenlik güçleri bu gidişattan bizim kadar endişelidir.

Değerli Arkadaşlar,

Tabii, son zamanlarda ülkenin gündemini fazlasıyla meşgul eden, bir suç örgütü liderinin her gün sosyal medya hesaplarından gerçekleştirdiği ve adeta hepsi birer ihbar niteliğinde açıklamalarını, siyasetçiler, gazeteciler ve iş insanlarıyla ilgili son derece sarsıcı iddialarını hepimiz görmekteyiz.

Ne yazık ki iktidardan hiç kimse sorumluluğu üstüne almadığı gibi, Cumhurbaşkanı, TBMM ve yargı bu konuda üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmemektedir. Ancak elbette biz bu iddiaları unutturmayacağımız ve günü gelince de yargı önünde hesap soracağımızı öncelikle belirtmek isterim.

Malumunuz suç örgütü liderinin çektiği videolarda Uluslararası Uyuşturucu trafiğinde Mersin Limanını işaret etmesinden kısa bir süre sonra, Mersin Limanında peşi sıra uyuşturucu yakalandığı bilgisi yetkililer tarafından açıklanmıştır.

İktidarın ülkemizi Muz Cumhuriyetine dönüştürmeye çalıştığı bu günlerde, çok kısa bir zaman aralığında, Mersin Limanında muz kolilerinde yaklaşık 2 ton uyuşturucu ele geçirilmesi elbette çok ilginç.

Bu ele geçirilen uyuşturucuların ülke içindeki dağıtıcıları, bağlantıları ile ilgili hususlar bir sır olarak kalmaması gerekir. Bu gemilerle yapılan uyuşturucu ticaretinin gerisinde, suç örgütü liderinin iddialarında dile getirdiği ilişkiler yumağının olup olmadığı konusunda etkili ve şeffaf bir soruşturma elzemdir.

Aksi takdirde daha düne kadar birlikte hareket ettikleri suç örgütü liderinin kendileri hakkında ortaya attığı iddialar altında maalesef ezilmeye devam edecekler. Maalesef diyorum çünkü ülkemiz bunları hak etmiyor. Bu utanç verici, devlet mafya işbirliği iddialarını hak etmiyor.

Suç örgütü lideri, iktidar partisinin yönetiminde kendisiyle birlikte hareket edenlerden, kendisine ayakçılık yapanlardan, para yedirdiklerinden, suç işlettiklerinden bahsediyor, suç örgütleri ile iç içe olan insanların varlığından bahsediyor, somut iddialar ortaya atıyor ama ses yok.

Çürümüşlüğün bu kadarına karşı ortaya konulan arsızlık gerçekten utandırıcı.

Bu minvalde, konunun uluslararası boyutu da göz ardı edilmemelidir. Özellikle Güney Amerika’da bazı ülkelerde yapılan uyuşturucu operasyonlarında uyuşturucuyla yakalanan gemilerin rotasının Türkiye olması, son derece vahimdir. Yetkililerin tüm bu gelişmeler karşısında 3 maymunu oynaması asla kabul edilemez.

Kıymetli Basın Mensupları,

Son olarak malumunuz İstanbul Sözleşmesi’nden, bir gece ansızın Cumhurbaşkanı kararı ile çıkılmıştır. 2 Mart’ta İnsan Hakları Eylem Planı açıklayan Cumhurbaşkanı, 20 Mart’ta kadına şiddetle mücadelede önemli bir yeri olan sözleşmeyi feshetmiştir. Elbette bu tutum, iktidarın insan hakları konusunda ne kadar samimiyetsiz ve ilkesiz olduğunu bizlere göstermektedir.

Hiçbir fark gözetmeksizin şiddeti önleme ve şiddetten koruma amacı taşıyan bu Sözleşme’nin feshi Anayasa’ya aykırı olarak gerçekleştirilmiştir. Bu hukuksuz feshe karşı Partimizin Kadın Politikaları Başkanı Sn. Elif Esen Hanımefendi önderliğinde yürütmeyi durdurma talepli olarak Danıştay’da dava açılmışsa da aradan geçen 3 aya rağmen yürütmeyi durdurma talebimiz karara bağlanmamıştır.

Talimatla yargı faaliyetlerinin yürütülmesinin olağan olduğu ve hukuksuzluğun sıradanlaştığı bu ortamda, varsa adaletin son kırıntısına sahip çıkmak adına Danıştay’ı yürütmeyi durdurma taleplerini bir an önce karara bağlaması için göreve çağırıyoruz. Çünkü, yürütmeyi durdurma talepleri kabul edilmez ise Avrupa Konseyi’ne yapılan bildirim sonrası 3 aylık süre 1 Temmuz itibari ile tamamlanmış olacak. Ne yazık ki Sözleşme yürürlükten kalkacak.

Kadına karşı şiddetin ve kadın cinayetlerinin hız kesmeden devam ettiği böyle bir dönemde, kadınları koruyan İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmek bir anlamda kadınların kendi kaderlerine terk edileceği anlamına gelmektedir.

Danıştay’ın görevini icra etmediği her an, şiddet mağduru kadınlar ile şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınlar için telafisi güç veya imkansız zararların doğacağı açıktır. Daha vahim sonuçların yaşanmaması adına, kadına karşı şiddetin sıfırlanması için el birliği ile çalışılmalı, şiddete karşı koruma, önleme ve politika oluşturma özelliklerini barındıran İstanbul Sözleşmesi ile diğer ilgili tüm mevzuatlar etkin bir şekilde uygulanmalıdır.

İktidar her ne kadar iç hukukta yürürlükte olan 6284 sayılı Kanun ile TCK’da yer alan hükümlerin kadına karşı şiddetle mücadelede yeterli olduğu iddiasında bulunsa da, bu doğru değildir. Sözleşme’nin tartışmaya açıldığı günden bugüne 6284 sayılı Kanun da tartışmaya açılmıştır. Uygulamada Kanun hükümlerinin uygulanmasından imtina edildiği ve tedbir sürelerinin gözle görülür bir oranla azaldığı yönünde ciddi sorunlar var.

Ayrıca 6284 sayılı Kanun’un garantörü İstanbul Sözleşmesi olup, Sözleşme’nin feshi şiddet mağduru kadınların koruma alanını daralttığından ciddi endişelere de neden olmaktadır. Bununla birlikte, iddia edilenin aksine TCK’da yer alan hükümler de kadına karşı şiddetle mücadelede kapsayıcı nitelikte değildir.

Öte yandan İnsan Hakları Eylem Planı’nda ısrarlı takibin suç olarak düzenleneceği yer alsa da, 4. Yargı Paketi’nde bu yönde bir düzenleme yapılmadığı görülmektedir. Israrlı takibin de kapsamında olduğu İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması ile bu alanda da bir boşluğun ortaya çıkacağı unutulmamalıdır. Bunun için iktidar, 2 Mart’ta verdiği vaadi tutmalı ve ısrarlı takibi 4. Yargı Paketi’nin kapsamına dahil etmelidir.

Değerli vatandaşlarım,

Gayet yakından bildiğiniz ve her gün tecrübe ettiğiniz üzere, tablo oldukça karanlık. Ancak umudumuzu diri tutmak, enseyi karartmamak ve bu karanlığa karşı hep birlikte mücadele etmek zorundayız.

Bu karanlığı aydınlığa çevirmek için tüm farklılıklarımızla birlikte eşit vatandaşlık, hukuk ve demokrasi için mücadele etmeye devam etmek zorundayız.

Sandık yakın. Yakında gidecekler. Ve elbette demokrasi, adalet ve hakkaniyet her daim olduğu galip gelecek.

Değerli basın mensupları;

Mısır’da bir askeri darbe sonucu seçilmiş meşru hükümet devrildikten sonra Müslüman Kardeşler yöneticileri ve üyeleri göstermelik davalarda yargılandı ve yöneticilerinin bazıları idama mahkûm edildi.

Bu siyasi yargılamalar sonucunda birçok Müslüman Kardeşler yöneticisi hakkında idam kararı verildi ve ne yazık ki Mısır Yüksek Mahkemesi bu idam kararlarını onadı.

Buradan Mısır hükümetine çağrıda bulunmak istiyorum.

Bu idam kararlarının uygulanması Mısır’ın uluslararası arenadaki yaralanmış itibarına büyük darbe vuracaktır.

Toplumsal barışa büyük bir darbe daha vuracaktır.

Kamu vicdanında geri dönülmez ve onarılmaz yaralara yol açacaktır.

Bu yanlış karardan bir an önce dönülmelidir.

Buradan Sayın Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı’na da çağrıda bulunuyorum.

Türkiye-Mısır arasında normalleşmenin ve ilişkilerin yeniden başladığı şu günlerde Mısır hükümetine münasip bir dille, insanlık namına ricada bulunulmalıdır.

Mısır’ın egemenlik haklarına saygı göstererek ve taraf tutmadan idamlardan vazgeçilmesi için diplomatik girişimlerde bulunulmalıdır.

Hem Türkiye-Mısır ilişkilerinde hem de Mısır’da devlet ve millet ilişkilerinde yeni bir sayfa açılmalıdır.

Bunun için elimizden geleni yapmamız insanlık borcumuzdur.

Bu konuda Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler de acil girişimlerde bulunmalıdır.

İdam kararları uygulanmamalı, siyasi cinayet yoluna gidilmemelidir.


Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

  • İLGİLİ ETİKET:
  • #BASIN TOPLANTISI
  • #MUSTAFAYENEROĞLU
  • #TBMM
  • #DEVA

SONRAKİ HABER

Danıştay’ın İstanbul Sözleşmesi’ni Fesheden Cumhurbaşkanlığı Kararının Yürütmesinin Durdurulması Talebimizi Reddetmesi Hakkında Basın Toplantısı

Sık Sorulan Sorulara Cevaplar

29 Haz 2021