Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanlığı

“Hukuk Devletinin Tahribatı, İstanbul Sözleşmesi, Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu Teklifi”ne İlişkin TBMM’de Basın Toplantısı “Hukuk Devletinin Tahribatı, İstanbul Sözleşmesi, Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu Teklifi”ne İlişkin TBMM’de Basın Toplantısı

23 Mar 2021

Değerli basın mensupları;

Hepinizi saygıyla ve muhabbetle selamlıyorum.

Öncelikle tüm vatandaşlarımızın ve sizlerin baharın müjdecisi olan Nevruz Bayramını kutluyorum. İktidarın hukuksuzluklarına ve toplumu germesine ve insanımızı birbirine tahrik etmesine inat Nevruz’un toplumumuza huzur getirmesini umut ediyorum. Hepimiz bu umuda ve birlik inancına son günlerde giderek daha çok ihtiyaç duymaktayız.

Malumunuz ülkemiz karanlık bir dönemden geçmektedir. Son yıllarda adeta savaş açılan hukuk devleti ve demokrasi ilkeleri bugün çok ciddi manada tahrip edilmiştir. Ülkemiz popülist-otoriter-despot bir anlayışla yönetilmektedir.

Son günlerde ise iktidar tamamen freni patlamış şekilde ülkeyi uçuruma doğru sürüklemeye çalışmaktadır. Son bir haftada her sabah hukuk devletinin son izlerinin de ortadan kaldırılmaya çalışıldığı farklı bir gündemle uyanıyoruz.

Bir hafta içerisinde Sn. Gergerlioğlu’nun vekilliği meclis ve yargı marifetiyle düşürülmüştür. Bu hukuksuzluk yetmezmiş gibi 90’lardan utanarak hatırladığımız bir sahneyle, Ömer Faruk Bey sabah vakti abdest alırken, terlikleriyle uydurma bir soruşturmayla Meclis’te gözaltına alınmıştır. Ülkenin en köklü insan hakları derneğinin eş başkanı gözaltına alınmıştır.

Yine bir gece vakti operasyonuyla sadece görevini yaptığı için Merkez Bankası Başkanı’nı görevden almıştır.

Tüm bunların üzerine bir de kadınları şiddete karşı korumayı amaçlayan İstanbul Sözleşmesinden, gece vakti Cumhurbaşkanı kararı ile çıkılmıştır.

İktidar artık hukukla bağını tamamen koparmıştır. İşte iki gündür ekonominin tepetaklak olmasının asıl nedeni de Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğuna içeride ve dışarıda kimsenin artık inanmamasıdır.

Ekonominin bu hale gelmesinin tek müsebbibi tüm yetkileri tek elde toplamaktan, hukuku ayaklar altına almaktan, yargıya emir ve talimat vermekten en ufak bir rahatsızlık duymayan Cumhurbaşkanı’dır.

Saygıdeğer Basın Mensupları,

İstanbul Sözleşmesi Türkiye’nin öncülüğünde hazırlanan, ilk imzacı olduğumuz ve iktidarın yakın zamana kadar ‘sessiz devrimleri’ arasında saydığı bir sözleşmedir.

Vaktiyle Sözleşme’yi destekleyenlerin bugün sözleşmeye karşı çıkması siyasette yükselen düşman arama anlayışının açık tezahürüdür.

Sözleşme’ye karşı çıkanların bu Sözleşme metnini okuduklarından ve anladıklarından ciddi şüphe duyuyorum.

Çünkü iddia edildiği gibi sözleşme, aile yapımıza ve değerlerimize aykırı bir içeriğe kesinlikle sahip değildir. Ancak sabahtan akşama kadar kin ve nefret diliyle milletimize hitap edip şiddet kültürünü egemen kılmaya çalışanların makiyavelist anlayışlarına elbette aykırıdır.

Sözleşme, kadınlar öncelikli olmak kaydıyla hiçbir ayrım gözetmeden herkesin aile içi şiddetten korunmasını amaçlamaktadır. Kadına şiddet milletimizin değeri değildir, asla da olamaz.

Kadın – erkek eşitliği Anayasa’nın emridir ve demokrasi ve refahın şartıdır. 2021 yılında bunları konuşmak zorunda kalmak zulümdür.

İstanbul Sözleşmesi devlete yüklediği sorumluluklar kapsamında kadınların her türlü şiddete ve ayrımcılığa karşı korunması için güçlü bir mekanizma kurulmasını zorunlu kılmaktadır. Şiddete karşı kadını korumak devletin en öncelikli görevidir demektedir.

Her gün kadınların öldürüldüğü ülkemizde, şiddetle mücadele araçlarını tamamen hukuksuz bir kararla işlevsizleştirmek şiddete destek ve ortak olmaktır.

Sözleşme Türk aile yapısıyla bağdaşmıyorsa neden onaylanmıştır? Çünkü o dönemde kendisini hukukla bağlı kabul eden bir iktidar vardı. Ne yazık ki bugün tek kişinin keyfi yönetiminden ibaret iktidar anlayışı kendisini hukukun üstünde görerek uluslararası hukukla bağlı olmaktan ve sorumluluklarından kaçmak adına bu sözleşmeden çıktığını belirtmiştir.

Kadın cinayetlerinin giderek artış gösterdiği bir dönemde sözleşmeden imzanın çekilmek istenmesi; kadın cinayetleri, kadına yönelen şiddet ve cinsiyet ayrımcılığı gibi konularda tablonun daha da kötüleşmesine yol açar.

Maalesef bu çekilme kararı kadınların hukuki kazanımlarını ve kadın mücadelesinin verdiği emekleri yok saymaktır.

Bu karar tamamen hukuksuzdur. Hukuka aykırı bir kararnameye dayanılarak bu Sözleşmeden çıkılması hiçbir şekilde geçerli değildir.

Değerli Arkadaşlar,

İstanbul Sözleşmesi’nin yasama yetkisi gasp edilerek, Cumhurbaşkanı kararı ile feshedilmesi uluslararası hukuka ve Anayasa’ya aykırıdır.

Cumhurbaşkanı’nın İstanbul Sözleşmesi’ni feshetme yetkisi yoktur. Bu tek taraflı fesih işlemi bizzat Anayasa’yı ve TBMM’yi yok saymaktır.

Anayasa’nın 90. maddesinde bir anlaşmanın yürütme organı tarafından imzalanmasından sonra TBMM tarafından çıkarılacak bir kanunla onaylanacağı öngörülmüştür.

İstanbul Sözleşmesi TBMM tarafından çıkarılan 6251 sayılı kanun ile kabul edilmiştir ve bu kanun halen yürürlüktedir. Yürürlükte olan bir kanun ancak usulde paralellik ilkesi gereğince nasıl yürürlüğe girdiyse aynı usul ile geri alınabilir.

Bu nedenle, İstanbul Sözleşmesi’nin öncelikle TBMM tarafından bir kanunla geri alınması, ardından ise onaylamayı yapan Cumhurbaşkanı’nın onaylama işlemini bir karşı işlemle geri alması gerekmektedir.

Her iki işlem iç hukuk gereğince usulen tamamlandıktan sonra uluslararası yükümlülük yerine getirilerek sözleşmenin 80. maddesi kapsamında öngörülen geri çekilme usulleri tamamlanabilir.

Mevcut hukuk sistemi içinde Cumhurbaşkanı’nın 9 No’lu kararnamesine dayanarak fesih yetkisinin kullanıldığı iddiası hukuken kabul edilemez.

Amacımız, kadına yönelik şiddetle ve kadına yönelik ayrımcılıkla mücadele etmekse, bu sözleşmeden imzayı çekmek yerine, sözleşmenin devlete yüklediği yükümlülüklere odaklanılmalı ve bu yükümlülükler etkin bir şekilde yerine getirilmelidir.

Aksi durum kadınların hayatını hiç saymaktır ki, iktidar zaten sırf kendi düzenini korumak için vatandaşlarını gözden çıkarmıştır.

DEVA Partisi olarak, Kadın Politikaları Başkanı Elif Esen Hanımefendi başkanlığında “DEVA Yaşatır” kampanyası başlattık. Kadınların ve çocukların yaşam hakları için yok hükmündeki bu karar hakkında, DEVA Partisi adına Elif Hanım ile 81 ilden Kadın Çalışmaları Başkanlarımız davayı açmıştır.

Değerli Arkadaşlar,

Uzun bir dönemdir gündeme alınmadan bekletilen Güvenlik soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu Teklifi Genel Kurul’da bugün görüşülmeye başlanacaktır.

Kanun teklifi; güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının kimler hakkında yapılacağını, araştırma konusu edilecek bilgi ve belgelerin neler olduğunu, bu bilgi ve belgelerin ne şekilde kullanılacağını, hangi mercilerin soruşturma ve araştırma yapacağını, değerlendirme komisyonunun yapısını, veri güvenliği ile verilerin saklanma ve silinme sürelerini düzenlemektedir.

Geçmiş dönemde vatandaşlarımız güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması hususlarında ciddi sorunlar yaşamışlardır. Özellikle memuriyete alımlarda hak ettikleri halde bu sistemden dolayı atanamayan vatandaşlarımızın sayısı bir hayli fazladır. Bu durum, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen düzenlemeden kaynaklandığı kadar, uygulamadaki keyfilikler, şeffaflıktan uzak raporlar ve kurumların takdir yetkisinin genişliğinden de kaynaklanmıştır.

Ne yazık ki teklif hazırlanırken, bu eksiklikler dikkate alınmamıştır. Anayasa Mahkemesi’nin geçmişte güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasına dair iptal ve bireysel başvuru kararlarında belirtilen gerekçelerin önemli bir kısmı da dikkate alınmamıştır.

Devletin güvenliği ile doğrudan ilişkili olan ve gizlilik gerektiren mesleklerde memuriyete giriş için böylesi bir güvenlik soruşturmasından geçilmesini gerekli buluyorum. Ancak bu meslek gruplarının açıkça ifade edilmemesi geçmişte Anayasa Mahkemesi tarafından iptal gerekçesi olarak kabul edilmiştir.

Fakat, teklifte mesleğe alınacak herkes için; geniş bir kapsamı olan arşiv araştırmasının zorunlu kılınması ve keyfi bir şekilde bir komisyona bırakılmasını doğru bulmuyorum.

Genel Kurul’da yapılacak görüşmelerde arşiv araştırmasında aranan verilerin bu komisyon tarafından olası kötüye kullanılmasına karşı koruyucu düzenlemelere yer verilmesi şarttır. Arşiv araştırmasında öngörülen veriler bakımından hangi suçların kamu görevine girmeye engel oluşturacağı açıkça belirlenmeli, beraat veya takipsizlik kararı verilen kişilerin maruz kalabileceği keyfi uygulamalara karşı koruma sağlanmalı ve suçlar arasında bir ayrım veya derecelendirme yapılmalıdır.

Diğer taraftan hakkında güvenlik soruşturması yapılacak personelin, 1. derece yakınlarının da kapsam içerisine sokulması uygulamada örnekleri ciddi şekilde görülen, düşman hukukuna kadar gidebilecek sonuçlar doğuracaktır. Suçların şahsiliği ilkesi ve masumiyet karinesi gereğince bu hükmün tekliften çıkarılması gerekir.

Ayrıca yine güvenlik soruşturması yapılacak personelin kapsamının Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile genişletilebileceğine yönelik teklifte yer alan düzenleme de hukuki belirlilik ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Kanunda hangi personellerin kapsamda olduğunun sınırları açıkça çizilmeli, bu kapsam dışına hiçbir şekilde çıkılmamalıdır.

Dolayısıyla teklifin, raporları değerlendiren komisyon için daha şeffaf kriterler belirlemesi, keyfilikten uzak belirli bir sınır çizmesi gerekir.

Bu kapsamda vatandaşlarımız hakkında tutulan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması raporlarının şeffaf bir şekilde tutulması ancak Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında vatandaşlarımıza içeriğindeki bilgilerin iletilmesi ile bu belgelere karşı dava açma yolunun açıkça düzenlenmesi ile mümkün olacaktır.

Maalesef teklifte bu olumsuzluklar için de bir güvence bulunmamaktadır. Söz konusu değişikliklerin, Genel Kurul’da yapılan görüşmeler sırasında dikkate alınması gerekir.

Kıymetli Basın Mensupları,

Ekonomik olarak ciddi bir krizin ortasındayız. Yerli ve yabancı yatırımcının Türkiye’yi yönetenlere güvenmemesi ile enflasyon, işsizlik, yolsuzluk, yoksulluk ve açlık Türkiye’nin en temel sorunları olarak karşımızda duruyor.

Bu karanlık tablonun sorumlusu demokrasiyi, insan haklarını ve adaleti ayaklar altına alan, Türkiye’yi yasaklara, yolsuzluklara ve yoksulluğa mahkûm eden yönetim anlayışıdır.

Böylesi bir dönemde iktidarın gündemi milletimizin gündeminin çok uzağındadır. Tüm gücümüzle vatandaşlarımızın evlerine ekmek götürmesini, çocuklarımızın temel ihtiyaçlarının karşılanmasını ve işsizlik başta olmak üzere ağır ekonomik sorunların çözülmesini sağlamaya yönelik politikaların hayata geçirilmesini sağlamak zorundayız.

Bunun için ise öncelikle hukuka bağlılığın tekrar tesisi gerekir. Çünkü hukukun olmadığı yerde düzenden ve güvenden bahsedilemez. Düzen yok olursa birlikte yaşamda, ekonomide, toplumsal huzur ve güven de yok olur.

Hukukla bağlı olmak için de keyfiliklerden vazgeçilmesi, hesap verilebilirliğin sağlanması ve başta Cumhurbaşkanı olmak üzere herkesin hukuka uyması gerekir.

Ancak iktidar keyfi yönetimin tadını almıştır. Tekrar hukuka dönmesi ve hukukla bağlı olmayı kabul etmesi imkansızdır.

DEVA Partisi olarak tüm mücadelemiz yapılacak ilk seçimde bu iktidarı sandığa gömmek ve Türkiye’yi bu karanlıktan çıkarmaktır. Hedefimiz Türkiye’de; keyfilikten uzak, evrensel standartlarda bir demokrasi ve hukuk anlayışını egemen kılan, şeffaflığı ve liyakati ilke edinmiş bir yönetim olarak iş başına gelmektir.

Hepinizi saygıyla selamlar, hayırlı günler dilerim.

  • İLGİLİ ETİKET:
  • #BASIN TOPLANTISI
  • #TBMM

SONRAKİ HABER

İKTİDAR ‘LEBALEB’ KONGRELER YAPMAKTAYKEN BARO SEÇİMLERİNİ KEYFİ BİÇİMDE ENGELLEMEKTE

Sık Sorulan Sorulara Cevaplar

23 Mar 2021