Değerli Basın Mensupları;
Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,
Malumunuz geçtiğimiz hafta Afşin Hatipoğlu, Selçuk Özdağ ve Orhan Uğuroğlu’na gerçekleştirilen saldırılar yetmezmiş gibi; dün de Sayın Devlet Bahçeli; Gelecek Partisi Genel Başkanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nu ve Karar Gazetesi’nden 3 değerli gazeteci arkadaşımız Elif Çakır, Yıldıray Oğur ve Taha Akyol’u isim vererek alenen hedef göstermiştir.
Türkiye’de demokratikleşme süreci ne yazık ki geçmişten günümüze ötekileştirmeler ve siyasal şiddetin etkisiyle kısır bir döngü içerisindedir.
Yakın ve uzak tarihimiz toplumsal kutuplaşmanın ve siyasete hâkim olan nefret dilinin bu ülkeye nelere mâl olduğunun acı örnekleriyle doludur. Kahramanmaraş’ta, Madımak’ta, 12 Eylül öncesinde yaşanan olaylar nefret dilinin ve aşırı siyasi kutuplaşmanın ağır sonuçlarını bizlere göstermiştir.
Ne yazık ki bu ülkenin demokratikleşme ihtimali, bu nefret söylemlerinin ve linç kültürünün yarattığı kutuplaşmış siyasi iklim içerisinde hala boğulmaktadır.
Saygıdeğer Arkadaşlar,
Bugün Hrant Dink’in katledilişinin yıldönümü. 14 yıldır Hrant Dink cinayeti aydınlatılamadı, tam 14 yıldır. Demokrasiyi ve bir arada yaşama kültürünü hedef alan bu cinayet körüklenen linç kültürünün bir sonucuydu.
İktidarın üzerine düşen, Dink’in katillerinin bulunması için gerekeni yapmak iken, bugün gördüğümüz tabloda bu nefret dilinden ve ötekileştirme sevdasından vazgeçilmediğini görüyoruz.
Bugün; hukukun üstünlüğünün yok sayıldığı, kimsenin hukuki anlamda güvenliğinin kalmadığı, sadece gazetecilerin ve siyasetçilerin değil; artık Cumhuriyet savcılarının dahi tehdit edilebildiği bir ülke olduğumuz gerçeğiyle yaşıyoruz.
Mafyavari yöntemlerle kamu düzenini belirlemeye kalkmak, hukuk devletine açıkça meydan okumaktır!
Değerli Basın Mensupları,
İktidar ve onun ortağı olarak görünen, devlet yönetiminde esas söz sahibi olan siyasi parti; kendilerini eleştiren tüm gazetecileri ve siyasetçileri kendilerine gayri meşru bir biçimde had bildirilmesi gereken engel olarak görmektedir.
Oysa toplumların gelişmesinin yegane yolu ifade özgürlüğüdür. İnsanların düşüncelerini özgürce açıklayamadıkları bir ülkede hiçbir gelişme mümkün olamaz.
Nitekim farklı fikirlere ve ifadelere saygı duymazsak, bu ülkede huzur içerisinde yaşayamayız. Hele hele şiddeti teşvik eder ya da meşru göstermeye başlarsak işte o zaman bu ateş hepimizi yakar.
Her eleştireni vatan haini, terörist olarak yaftalamak ve benim gibi düşünmeyen herkes “milli güvenlik için tehdittir” anlayışıyla siyasete ve özgür düşünceye sınırlar çizmek bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüktür.
Saygıdeğer Basın Mensupları,
Siyasilerin kullandığı bu nefret dili, herkesi terörist ilan eden bu zehirli ifadeler sadece bu güzel ülkeyi bir fikir çölüne çevirmekle kalmaz.
Bu hoşgörüsüzlük bir süre sonra daha yaygın şiddete dönüşür. Şiddetin olduğu yerde; silahların, sopaların konuştuğu yerde ise söz anlamını yitirir.
Sözün devre dışı kaldığı, siyasal şiddetin siyasetçilere ve gazetecilere yöneldiği bir ortamda demokrasiden söz edilemez. Ne toplumsal huzur ne de ekonomik refah böylesine baskıcı bir iklimde hayat bulamaz.
17 Ocak’ta 8. ölüm yıldönümünde andığımız usta gazeteci Mehmet Ali Birand’ın o meşhur tanımıyla “Demokrasi dünyanın en narin çiçeğidir. Onu yaşatan hoşgörüdür, uzlaşıdır, diyalogtur.”
Değerli Arkadaşlar,
Biz inadına hukuk dedikçe, ne yazık ki, iktidar koalisyonu dur durak bilmeden toplumdaki kutuplaşmayı ve şiddeti arttırmak için ellerinden gelen her şeyi yapmaktadır.
Giderek hak ve özgürlüklerin geri plana atıldığı ülkemizde, küçük ortağı eleştirenler bir de sokak ortası terörizmle ve can güvenlikleri ile sınanmaktadır.
Daha geçtiğimiz günlerde yayınlayan AB ilerleme Raporu’nda ifade özgürlüğünde Türkiye’de ciddi gerilemeler yaşandığına yer verilmişken, mevcut durumun daha da kötüye gitmesine neden olan bu şiddet yöntemlerinden acilen vazgeçilmesi gerekmektedir.
Meclis’te temsilcileri bulunan bir siyasi partiye yakışan şiddete çağrı yapmak veya çağrıları sonucu oluşan şiddeti kutlamak değil, kendi söylemleri sonrasında gerçekleşen bu şiddeti kınamak, koşulsuz ve şartsız şiddetin karşısında durmaktır. Ve nefret söylemleri ile kişileri hedef göstermeye son vermektir.
Bu nedenle başta MHP Genel Başkanı olmak üzere kamuoyunda karşılığı olan tüm siyasileri aklı selim davranmaya çağırıyorum. Ortak bir paydada buluşmamız belki mümkün olmasa da, en azından şiddetin karşısında hep birlikte duralım ve vatandaşlarımızı hangi düşüncede olurlarsa olsunlar daha fazla bu korku iklimine hapsetmeyelim.
Elbette, ‘nasıl olduğu fark etmez’ yeter ki benim olsun diyen; güç ve iktidar sahibi olma hırsıyla aklını ve kalbini karartmış siyasetçiler için bu sözlerin hiçbir anlamı yok. Bunu biliyorum. Fakat benim çağrım siyasetçilerden ziyade halkımıza…Vatandaşlarımıza…
Bu ülkenin sahibi sizlersiniz. Bu ülkenin geleceğinde sizin çocuklarınız yaşayacak. Çocuklarınızın nasıl bir gelecekte yaşayacağına sizler karar vereceksiniz. Eğer yoksulluk ve baskı altında yaşamak yerine demokratik bir ülkede özgür ve refah içinde yaşamak istiyorsanız lütfen bu nefret diline prim vermeyin. Siyaseti ve sözü şiddete boğdurtmak isteyen bu sokak mafyası söylemlerine itibar etmeyin.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum…