Değerli Basın Mensupları;
Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,
Pazar günü Elazığ depreminin birinci yıl dönümüydü. Öncelikle deprem nedeniyle hayatını kaybeden vatandaşlarımızı saygıyla anıyorum.
DEVA Partisi Elazığ İl teşkilatımız bölgede yaptığı incelemelerde, depremde yıkılan enkazların halen kaldırılmadığını, vatandaşlarımızın köylerinden göç etmek zorunda kaldıklarını tespit etmiştir.
Zorlu mevsim şartları altında vatandaşlarımız köylerde hala çadırda yaşamak zorundadır. Isınmayan konteynerin sadece tek göz odası için bile aylık 600 lira elektrik parası ödemektedirler. Faturaların ödenmemesiyle kesilen elektrikten ötürü büyük bir mağduriyet içindedirler.
Öte yandan, depreme yönelik önceden tedbir alınmaması, bilim çevrelerinin uyarılarına kulak verilmemesi ve deprem sonrası için hazırlanan bir eylem planının bulunmaması yaşanılan mağduriyetlerin asıl nedenidir.
Buradan iktidara sesleniyorum;
Üzerinden bir yıl geçmesine rağmen Elazığ ve Malatya’da acilen ihtiyaca uygun konut inşa faaliyetlerinin bitirilmesi, kalıntıların temizlenmesi konusunda neden bir sonuç alınamamıştır?
Vatandaşlarımızın DASK kaynaklı mağduriyetlerine neden hala bir çözüm bulunmamıştır?
Vatandaşlarımıza bu zor dönemlerinde bir sosyal devlet olmanın gerekliliği olarak destek sağlanmamaktadır. İnşaat, sadece rant söz konusu olduğunda mı acildir? Vatandaşlarımızın temel barınma hakları neden dikkate alınmamaktadır?
İktidar maalesef vatandaşlarının sorununu umursamıyor. Buna artık şüphe yok. Dün deprem bugün işsizlik, yoksulluk, ekonomik kriz ve hukuksuzluklar en önemli gündemimiz olmasına rağmen hükümet tarafından çözüme dair bir adım atılmamaktadır. Yine de Genel Kurul’un 2021 yılındaki yasama çalışmalarının bu konulara kalıcı çözümler getirmesini ümit ediyorum.
Saygıdeğer Arkadaşlar,
Genel Kurulda görüşülmekte olan Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik yapılmasına dair Kanun teklifi hakkında görüşlerimizi aktarmak istiyorum.
Kanun teklifi ile ülkemizde AR-GE çalışmalarının geliştirilerek teknolojide üretim kapasitemizi artırma amacı halihazırda herkesin üzerinde hemfikir olduğu bir konudur. Ancak sektörün beklentileri dinlenmeden, günü kurtarmaya yönelik olan bu teklifin ülkemizdeki teknolojik gelişmişliği ileriye taşımayacağı ve girişimcilerimizin dertlerine deva olamayacağı açıktır.
Kanunun gerekçesine göre, 2001 yılından günümüze kadar 85 adet teknoloji geliştirme bölgesi kurulmuştur. Bunlardan 71’i çalışmalarına devam etmekte, diğerleri ise kurulum aşamasındadır.
Ancak teklifte bu verilerin yanında teknoloji ihracatımızın durumu ve niteliği konusunda herhangi bir bilgiye yer verilmemiştir.
Ülkemiz ancak genç kuşaklarını eğiterek ve teknolojiye ciddi yatırımlar yaparak gelişebilir. Evet bu teklif teknoloji bölgelerinde faaliyet yürüten şirketlerin gelişimini destekleyici birtakım destekler öngörmektedir. Teknopark firmalarına teşvik ve vergi indirimi sağlamaktadır.
Ancak teklifte örneğin gayrisafi yurt içi hasılanın AR-GE’ye ayrılan payında OECD ülkeleri arasında neden son sıralarda olduğumuza değinilmemiştir. Kamu Özel İşbirliği Projelerinin garanti ödemeleri için 2021 yılı bütçesinden 30,9 milyar kaynak ayrılmışken neden araştırma, geliştirme ve yenilik programına ayrılan tutarın sadece 6,8 milyar lira olduğu cevaplandırılmamıştır.
Değerli Basın mensupları,
Teknoloji geliştirme bölgeleri, üzerinde hassasiyetle durularak girişimcilerin, üniversitelerin ve özellikle teknoloji alanında çalışan gençlerin fikirlerinin alınması gereken son derece önemli bir projedir. Ne yazık ki, iktidar sektörün ihtiyaçlarını dikkate almak yerine kısa vadeli teşvikler ile günü kurtarmaya çalışmaktadır.
Teknolojide modern dünyayı yakalayabilmek; üniversitelerin, gençlerin ve teknoloji şirketlerinin iş birliğini sağlamak, her şeyden önce bir zihniyet meselesidir. Türkiye’nin en iyi üniversitelerine kayyum atar gibi rektör atayan bir zihniyetin teknolojik gelişmişlik konusundaki yaklaşımı da elbette sorunludur.
Ancak asıl üzerinde durulması gereken, teknoloji şirketleri ve girişimciler için en doğru kanun hazırlansa dahi Türkiye’deki teknolojik gelişmişlik seviyesini bir anda yukarı taşıyamayacak olmamızdır.
Çünkü bu konuya bakış, kanun yapmanın çok daha ötesinde, bir zihniyet, bir yaklaşım meselesidir! Şayet ülkenizdeki gençlerin neredeyse tamamı bir başka ülkede, bir batı ülkesinde yaşamanın hayalini kuruyorsa, gençler “imkânım olsa bu ülkede yaşamam” diyorsa, şapkayı önünüze koyup düşünmek zorundasınız!
Kaldı ki, kaçırılan nokta teknolojik gelişmişlik için destek ve vergi indiriminin yeterli olamayacağıdır. Çünkü ifade özgürlüğünün olmadığı bir ülkede teknoloji gelişemez!
Çünkü demokrasinin olmadığı, hukukun ayaklar altına alındığı bir ülkede girişimcilik olmaz, yatırım hiç olmaz.
Çünkü üniversitelerde akademik özgürlüğü sağlamadığınız, orta ve uzun vadeli ülkemizin teknoloji üretimindeki payının arttırılması için bütçenizde yeterince yatırım ayırmadığınız bir ortamda sadece kısa vadeli göz boyama amaçlı adımlar atabilirsiniz.
Özetle, teknoloji bölgeleri kurup, kimseye danışmadan, farklı düşünceleri dinlemeden kanunlar hazırlayıp, birtakım teşvikler açıklamakla bir ülkenin teknolojisi gelişmez. Ülkelerin teknolojisini geliştiren, her şeyden önce ifade özgürlüğüdür, demokrasidir, hukuktur ve temel hakların garanti altında olmasıdır.
Saygıdeğer arkadaşlar,
Diğer taraftan maalesef her zaman olduğu gibi tartışılmadan adeta yangından mal kaçırırcasına hazırlanarak komisyondan geçirilen torba bir kanun teklifiyle daha karşı karşıyayız.
Söz konusu kanun teklifi ile 8 farklı kanun değiştirilmektedir. İstisna olarak uygulanması gerekirken olağanlaşan bu usule artık son verilmelidir. Demokrasiyi ve TBMM’yi işlevsizleştirme mekanizması olarak kullanılan torba kanun, millet tarafından seçilmiş vekillerin yasama faaliyetlerindeki etkinliğini yok etmektedir.
Ayrıca konunun taraflarının yasama çalışmalarına katılımını zorlaştırarak, bizlerin etkili bir denetim yapması da zayıflatılmaktadır.
Kanun teklifinin 2. maddesi ile desteklenecek programların belirlenmesinde Sanayi Bakanlığı’nın tek yetkili tutulması keyfiliği kural haline getirmektedir. Değişiklik; liyakatsizliğe, kayırmacılığa ve keyfiliğe yol açar. Bu nedenle TÜBİTAK ve YÖK’ün görüş ve koordinasyonu ile bu yetkinin sınırlandırılması uygun olacaktır.
3. madde ile teknoloji geliştirme bölgesinin iptal etme yetkisi Cumhurbaşkanı’na verilmektedir. Böylece Cumhurbaşkanı istediği bir işletmenin sözleşmesini iptal edebilecektir. Tüm yetkinin sınırsız şekilde tek bir kişiye verilmesi zaten maruz kaldığımız keyfi yönetimi güçlendirmiş, sistemsizliği daha da derinleştirmiştir. Söz konusu yetkinin tek kişinin takdirine bırakılması teknoloji şirketleri ve girişimciler için uygun bir yatırım ortamı oluşturmaktan uzaktır.
Teklifin 4. maddesi ile mücbir sebep dışında üretimin bir yıl boyunca durması halinde teknoloji geliştirme bölgesinin özelliğini yitireceğine dair düzenleme öngörülmüştür. Bakanlığın yetkisini artırıp, üstüne bir de fesih yetkisi verilmesi teknolojik gelişimi engeller. Bu nedenle şirketlere üretim için belirli bir ek süre öngörülmesi doğru olacaktır.
6. maddeyle 1 milyon ve üzeri kazancı olan şirketlere kazançlarının yüzde 2’sini pasif bir hesaba aktarma zorunluluğu öngörülmektedir. İlave olarak ise Cumhurbaşkanı’na kazançları sıfıra indirme ya da 5 katına kadar artırma yetkisi verilmektedir. Böyle bir artırım yetkisi ancak kanunla düzenlenecek bir alandır.
Teklifin 19. maddesi ile destek ve teşviklerden yararlananların şartları taşıyıp taşımadıklarına ilişkin denetim yetkisi Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı veya yönetici şirketleri tarafından yapılması öngörülmektedir. Ancak kamusal denetim yetkisinin yönetici şirketlere devri kamu yönetimi ilkeleri ile bağdaşmaz.
Değerli basın mensupları,
Son olarak, geçtiğimiz hafta Barış Akademisyenleri, Enis Berberoğlu, Ahmet Altan, Osman Kavala gibi önemli soruşturmaların baş aktörlerinden İrfan Fidan’ın Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilmesine tanıklık ettik.
Sayın Fidan’ın Yargıtay’da cübbe dahi giymeden seçimlerden ilk sırada çıkması Yargıtay ve hukuk sistemi için ciddi bir utançtır. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin bağımsızlığını da ciddi biçimde şüpheye düşürmüştür.
Prof. Dr. Sayın Kemal Gözler’in geçtiğimiz günlerde vurguladığı üzere “Yargıtay’dan Anayasa Mahkemesine seçilen 44 üyenin Yargıtay’daki görev süresi ortalama dokuz yıldır. İrfan Fidan’ın ise Anayasa Mahkemesi üyeliğine Yargıtay tarafından aday gösterilebilmesi için Yargıtay’da yirmi günden az bir süre görev yapması yeterli” olmuştur.
Bu atama ile iktidar ve küçük ortağının uzun süredir Anayasa Mahkemesine yönelik müdahaleleri ne yazık ki daha ileri bir seviyeye taşınmıştır. Tarafsızlığı ve bağımsızlığı tartışmalı olan bir kişiyi göz göre göre hatta bilerek ve isteyerek Anayasa’nın ruhuna tamamen aykırı bir şekilde Yüksek Mahkemeye atamışlardır.
Ülkede ayaklar altına alınan hukuk devletine az veya çok bir şekilde sahip çıkmaya çalışan Anayasa Mahkemesi’nin bağımsızlığı da ciddi tehdit altında bırakılmıştır.
Ancak bu atamayı yapanlar, Anayasa Mahkemesi’ne ve ülkenin itibarına nasıl zarar verdiklerinin farkında değillerdir. Çünkü Mahkeme, AİHM için etkili iç hukuk yolu konumunu kaybedebilir. Sonrasında istediğiniz kadar hukuk reformu diye kapı kapı dolaşın. Ne fayda..
DEVA Partisi olarak, ilk seçimlerde; yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin tek elde toplayan bu zihniyete son vereceğimize yürekten inanıyoruz. Tüm çabamız, özgürlükçü bir demokrasi ile yargının tarafsızlığının sağlandığı ve böylece temel hak ve özgürlüklerin garanti altına alındığı bir Türkiye içindir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.