İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabulünün 72. yılının kutlanıldığı bugün, maalesef Türkiye’nin içinde bulunduğu karanlık tabloyu yaşamanın üzüntüsü içerisindeyiz.
Türkiye’de 2020 yılı, çoğulcu demokrasiden uzaklaşılan, tek adam rejiminin etkisiyle temel hak ve özgürlüklerin ağır bir şekilde ihlal edildiği ve keyfi olarak sınırlandırıldığı bir yıl olmuştur. Kuvvetler ayrılığı ilkesi yok sayılmış, düşüncelerin ifade edilmesi engellenmiş, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkı neredeyse tamamen yasaklanmış, işçilerin grev yapmalarının ve sendikal faaliyette bulunmaları engellenmiş, basının tarafsız kalan birkaç sesi de yasaklarla susturulmaya çalışılmış, siyasi faaliyette bulunma hakkı ihlal edilmiş ve Anayasa Mahkemesi itibarsızlaştırılmıştır.
Öte yandan kadına karşı şiddetle bu sene de etkin bir mücadele edilmemiş, cezaevinde bulunan insanlar en temel insani haklarından yoksun bırakılmış, baskı ve tehdit yöntemleriyle ifade alma ve kaçırma olayları yaşanmış, göçmenler umut yolculuklarında yaşamlarını kaybetmiştir.
Diğer taraftan özellikle salgın hastalıkla mücadele etme bahanesiyle anayasal birçok hakkın kullanılması engellenmiş, tedbirler yürütmenin talimatları yahut genelgelerle anayasaya ve hukuka aykırı bir şekilde alınmıştır.
Uluslararası kuruluşların raporları, Türkiye’nin içler acısı durumunu açıkça gözler önüne sermektedir. AİHM’in 2019 yılı faaliyet raporuna göre Türkiye, inceleme aşamasında bulunan en çok dosya sayısına sahip ikinci ülke, ifade özgürlüğünü ihlal eden ülkeler arasından ise birinci sıradadır. 2020 yılında da AİHM başvuruları yoğun bir şekilde devam etmiştir. Avrupa Komisyonu 2020 Genişleme Paketi çerçevesinde yayınlanan raporda, Türkiye demokrasisinde artık ilerleme değil, gerileme olduğu vurgulanmıştır.
Tüm bu acı tablo, devleti yöneten kadrolardaki temel hak ve özgürlüklere bakış açısındaki çarpıklığı gözler önüne sermektedir. İnsan haklarını her bir ferdin doğuştan sahip olduğu haklar bütünü olarak değil, devletin bir lütfu olarak gören iktidar, Türkiye’deki insan hakları ihlallerinin yegâne sorumlusudur. Kişiye göre adalet dağıtan bu iktidar; akla, vicdana ve hukuka yaraşır bir yönetim olmaktan artık çok uzaktır.
İnsan hakları olgusunun kişiden kişiye değişmediğini, hangi siyasi görüşten, hangi inançtan, hangi yaşam biçiminden olursa olsun tüm insanların doğuştan sahip oldukları haklar manzumesi olarak gören bir anlayışın Türkiye’de egemen olması insan hakları mücadelesi açısından son derece önemlidir.
Çünkü, vatandaşlarımızın sadece insan olmaları hasebiyle hak ettikleri saygıyı ve muameleyi görebilmeleri ancak yeniden tesis edilecek hukuk devleti düzeni ile mümkündür.
DEVA Partisi olarak vatandaşlarımızın layık olduğu hukuk devleti idealini hayata geçirmek için yılmadan çalışacağımızın altını çizerek, insanlık ailesinin bütün üyelerinin doğal yapısındaki onuru ile eşit ve devredilemez haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu vurgulayarak, Türkiye’yi insan haklarına saygılı gerçek bir hukuk devleti idealine kavuşturmanın azmi ve inancında olduğumuzu tüm kamuoyuna bir kez daha hatırlatırız.