İpek Er’e karşı cinsel saldırı suçunu işlediği gerekçesiyle, kamuoyu tepkisi üzerine tutuklanan Uzman Çavuş Musa Orhan’ın tutuklama kararına yapılan itirazın ardından tahliye edilmesi, kamu vicdanını derinden yaralamıştır.
Hukukumuzda tutuklama kararı, ancak kanunda belirtilen şartlar gerçekleştiği takdirde uygulanabilecek istisnai mahiyette bir tedbirdir. Ne var ki bu tedbirin ülkemizde son dönemlerde kural olarak uygulandığı da üzücü bir gerçektir. Öte yandan toplumumuzda son dönemde adalete olan güven giderek zayıflamaktadır. Toplumda özellikle kamu görevlilerinin sanık olarak yargılandığı olaylarda etkin bir soruşturma ve kovuşturma yapılmayacağı, şüpheli ve sanıklara uygulanan koruma tedbirlerinde adil davranılmayacağı ve faillerin korunacağı yönünde bir algı oluşmuştur.
Söz konusu olayda, mağdurun soruşturma dosyasındaki beyanı ve intihar mektubu, Adli Tıp Kurumu’nun raporu ve atılı suçun mahiyeti dikkate alındığında, Musa Orhan için mevzuatta öngörülen tutuklama şartlarının oluştuğu anlaşılmaktadır.
Öncelikli olarak, Musa Orhan hakkında tutuklanması amacıyla çıkartılan yakalama emrinin gerekçesinde tutuklamanın mevzuata uygun olduğu kabul edilmiştir. Ancak yalnızca bir hafta sonra, tutuklama kararına yapılan itirazı inceleyen bir üst mahkeme heyeti Musa Orhan’ın tahliye edilmesine karar vermiştir. Aradan geçen bir haftalık zaman diliminde, mevcut delil durumunun ve sanığın atılı suçu işlediğine dair oluşan kuvvetli suç şüphesinin, sanık lehine nasıl ve ne şekilde değiştiği anlaşılamamaktadır.
Diğer taraftan atılı suçun hâlâ “katalog suç” vasfını korumasına karşılık, sanığın suçu işlediğine yönelik kuvvetli şüphenin ne zaman ve hangi gerekçe ile giderildiği kararda açıklanmamıştır. Kaldı ki Musa Orhan hakkında ısrarla bir tedbir uygulanmamasının gerekçesi de merak edilmektedir. Zira, soruşturmanın başından itibaren birkaç kez Musa Orhan’ın tutuklanması yönünde talepte bulunulduğu ancak bu taleplerin ısrarlı bir şekilde reddedildiği kamuoyunca bilinmektedir.
İkinci olarak, İpek Er intihar mektubunda, Musa Orhan’ın kendisini evlilik vaadi ile kandırdığını, alkol içirerek iradesini zayıflattığını, bu şekilde kendisiyle rızası olmadan iki kez beraber olduğunu ifade etmiştir. Siirt Adli Tıp Kurumu’ndan alınan raporda ise İpek Er’in vücudunda “ekimozlu yırtık alanı” tespit edilmiştir.
Son olarak, İpek Er’in beyanlarından, kendisine Musa Orhan tarafından alkol içirildikten sonra rızası olmaksızın zorla cinsel birliktelik yaşandığı anlaşılmaktadır. İpek Er’in Musa Orhan ile arkadaşlık ilişkisi kurmasında bir rıza mevcut olmasına rağmen alkol etkisiyle yaşanan cinsel birliktelik için hem de bu ilişkiden daha sonra evlenme vaadi ileri sürülerek yaşanan cinsel birliktelik için bir “rıza”dan bahsedilemez.
Bu minvalde, Adli Tıp Kurumu raporu ve mağdurun beyanı, yaşanan cinsel birlikteliğin zorla yaşandığı iddiasını güçlendirirken; mahkeme heyeti tarafından yapılan rızaya ilişkin değerlendirme, hukuka ve hakkaniyete aykırı sonuçların doğmasına neden olmuştur.
DEVA Partisi olarak, hukukun üstünlüğünü ve yargının bağımsızlığını herkes için her şartta savunmaktayız. Vicdanları rahatsız eden ve bir genç kızın ölümü ile sonuçlanan bu olayda, yargılamanın şeffaf, adil ve kanun önünde eşitlik ilkesi gereklerine uygun olarak yürütülmesi gerektiğine inanıyoruz.
Olayın ortaya çıktığı ilk andan itibaren Musa Orhan hakkında hukuka ve hakkaniyete uygun kararların verilmemesi endişeyle karşılanmakta olup, kamu vicdanının daha fazla zedelenmemesi adına sürecin takipçisi olacağız.