1960’ta Apartheid uygulamalarını protesto etmek için bir araya gelen 69 Güney Afrikalı göstericinin polis tarafından öldürüldüğü 21 Mart, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 1966 yılında “Uluslararası Irk Ayrımı ile Mücadele Günü” olarak ilan edilmiştir. Aradan geçen 55 yıla rağmen bugün ırkçılıkla mücadele konusunda bir ilerleme kaydedilememiş ve maalesef ırkçılık, tıpkı geçmişte olduğu gibi halen hayatın her alanında kendini göstermeye devam etmektedir.
Bugün, Batı Avrupa’dan Yeni Zelanda’ya dek hemen her coğrafyada ırkçı motivasyonla işlenen suçlar ve terör saldırıları gözle görülür şekilde artmıştır. Tüm coğrafyalarda masum insanları etnik kökeni, dini, dili ve rengi ile zulme maruz bırakan düşmanlığın her gün biraz daha tırmanıyor oluşu, dünya çapında ortak bir mücadeleyi mecburi kılmaktadır. Azınlıkta kalanların hakları demokratik hukuk devletinin prensipleriyle teminat altına alınmadığı ve kaynaklara eşit erişim imkânı tesis edilmediği sürece ırkçı, ayrımcı uygulamaların sonu gelmeyecektir. Irkçılık kurumsal versiyonları ile ayrımcılığa dayalı üstünlük öğretilerini gelecek nesillere aktaracak ve bu durum çok kültürlü bir yaşam için büyük bir tehdit oluşturmaya devam edecektir. Bu noktadan hareketle bütün milletler büyük bir samimiyet ve özgüven içerisinde geçmişleriyle yüzleşmeli ve gelecekte çok etnisiteli, çok kültürlü bir millet olarak birlikte yaşam inşa edebilmek için mücadeleden çekinmemelidir.
Günümüzde ırkçı zihniyetteki aşırı sağcı partilere olan desteğin artması, bu partilerin iktidar ya da iktidar ortağı olması pek çok merkez partinin de söylemlerini olumsuz etkilemektedir. Bu örnekte de görüldüğü gibi ırkçılık karşıtı toplumsal bilincin kaybedilmesi kaygı vericidir. Özellikle siyasi partilerin ırkçı bir dil kullanmaktan çekinmeden oluşturdukları söylemler başta medya olmak üzere geniş halk kitlelerini etkisi altına alarak nefret söylemlerini arttırmaktadır. Hrant Dink Vakfı tarafından yayımlanan Medyada Nefret Söylemi ve Ayrımcı Söylem 2019 Raporu ülkemizde ırkçı motivasyonla yapılan nefret söylemlerinin ürkütücü seviyede olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu kapsamda ‘Medyada Nefret Söyleminin İzlenmesi’ araştırmasıyla, 2019 yılında ulusal, etnik ve dinî grupları hedef alan 4364 köşe yazısı ve haber metni yayımlandığı tespit edilmiştir. Bu metinlerde, 80 farklı grup hakkında 5515 adet nefret söylemi içeriği tespit edilmiştir. Bu durum kutuplaşmadan beslenen bir siyasi dilin toplumda yol açtığı derin tahribatın en büyük kanıtıdır. Toplumu kutuplaştıran siyasi söylemlerin yerini birlikte yaşama kültürümüze katkı sunacak toplumumuzun tüm fertlerini kucaklayan barışçıl bir dile bırakması elzemdir. Ayrıca ırkçı saiklerle gerçekleştirilen her türlü uygulamaya karşı caydırıcı cezalar öngörülmeli ve yargılamalar en kısa sürede tamamlanmalı, belli gruplara yönelik nefreti teşvik eden propaganda ve nefret dilinin önüne geçilmelidir. Fakat kutuplaşmadan beslenen mevcut muktedir anlayışın barışçıl bir söylem geliştirmek bir yana, bunlarla mücadele etmek gibi bir kaygısı olmadığı ortadadır.
Ülkemizde giderek dozu artan farklı etnik unsurlara, dini topluluklara, mezheplere ve göçmenlere yönelik tırmandırılan nefret dalgasını ve linç girişimlerini görmezden gelemeyiz. Özellikle kötü koşullarda çalıştırılarak sömürülen, yoksullukla mücadele eden göçmenlerin bir de ırkçılıkla karşı karşıya kalması ülkemizin insan hakları konusunda eksiklerini ortaya koymaktadır. Bu noktadan hareketle farklılıklarıyla zenginleşen ve bu zenginlikler etrafında katılımcı, demokratik ve müreffeh bir Türkiye’yi inşa etmek için ırkçılık ve azgın milliyetçilik ile mücadele etmek en büyük zorunluluğumuzdur.
Uluslararası Irk Ayrımı ile Mücadele Günü’nde devlet yöneticileri, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşlar olarak her türlü ayrımcılığı ortadan kaldırmaya ve daha yaşanabilir toplumlar oluşturmaya yönelik temennilerimi sunuyor, bu vesileyle ırkçılık kurbanı tüm insanları saygıyla yâd ediyorum.