Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde açıklanan İnsan Hakları Eylem Planı, asgari olarak insan haklarının korunması ve fiilen ortadan kaldırılmış olan denge ve denetleme mekanizmalarının, yargı bağımsızlığının tekrar sağlanması noktasında güvence vermemektedir. Bu nedenle, milletimizin demokrasi ve insan hakları taleplerini karşılamaktan ve insan hakları ihlallerini sonlandırmaktan son derece uzaktır.
İki yıllık çalışmaların eseri olan Eylem Planı’nda; ifade ve basın özgürlüğünün iyileştirilmesinden söz edilmesine rağmen gazetecilerin sırf muhalif oldukları için cezaevinde tutulması milletin aklıyla dalga geçmektir.
Üniversite öğrencileri sırf demokratik haklarını kullandıkları için cezaevinde ya da ev hapsindeyken, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının genişletilmesinden ve tutuklamanın istisnailiğinden söz edilmesi abesle iştigaldir.
Teröristliğin artık muhalif olmakla eş tutulduğu, toplumu bilinçli olarak ayrıştırarak devamlı nefret diliyle insanların ötekileştirildiği, çıplak arama olaylarının görmezden gelindiği bir dönemde insan onurunun öneminden ve ayrımcılıkla mücadele vaatleri akla ve mantığa aykırıdır.
Eylem Planı’nda Anayasa Mahkemesi’ne başvurunun kolaylaştırılması, yargı kararlarının erişime açılması, ceza infaz kurumlarının şartlarının iyileştirilmesi gibi vaatlere yer verilmesi elbette olumludur.
Ancak yargının iktidarın güdümü altına girmesinin asıl nedeni, yargı kararlarına erişilememesi değil, yargıyı baskı altında tutmak için dizayn edilip tabela kurumuna dönüştürülen HSK’nın halidir. Elbette Anayasa Mahkemesi’nin iş yükünün azaltılması önemlidir; ancak Mahkeme’nin bağımsızlığı için asıl yapılması gereken, Mahkeme kararlarının bağlayıcılığını kabul etmek ve üyeleri hedef göstermekten vazgeçmektir.
Kaldı ki Sn. Cumhurbaşkanı’nın şikayetçi olmasıyla ‘Cumhurbaşkanına hakaret suçu’ kapsamında 2014 yılından beri 128 bin 872 soruşturma, 27 bin 717 kovuşturma yürütülmesi mevzuatlarımızda ifade özgürlüğünün eksik düzenlenmesinden değil; bizzat yargının araçsallaştırılmasından kaynaklanmaktadır.
Ülkede hukuksuz tutuklamaların olması, sulh ceza mahkemelerinde dikey itiraz mekanizmasının olmamasından değil; bizzat bu mahkemeler aracılığıyla iktidarın talebi doğrultusunda tutuklamaların yapılmasındandır. Adaletin ayaklar altına alınması mahkûmların aileleri ile görüntülü görüşememesinden değil; adil olmayan yargılamalarla mahkûm edilmesinden kaynaklanmaktadır.
Eylem Planı’nda “işkenceye sıfır tolerans” denirken, ülkede zorla insan kaçırmalar, cezasızlık politikası, “kırın bacağını suçu bana atın” diyen bir İçişleri Bakanı varken istenilen mevzuat düzenlemeleri yapılsın; sonuç değişmeyecektir.
19 yıllık iktidarı boyunca tüm eylem planlarında vaat edilen benzer ilkelerinin son yıllarda tam tersini yapan iktidara toplumun artık güveni kalmamıştır. Bilerek ve isteyerek bu hale getirilen yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığının yeniden tesisine dair ikna edici hiçbir öneri getiremeyen bu Eylem Planı’nın, sorunun kaynağına inerek sistemsel bir iyileştirme gerçekleştirmesi de imkansızdır. Nitekim en iyi kanunlar yazılsa dahi, yapısal eksiklikler giderilmediği müddetçe sonuç alınmayacağı açıktır.